Georges Melies

Georges Méliès, Hayallerini Seyredilebilir Kılan Adam
Ressam, karikatürist, heykeltıraş, gazeteci, senarist, aktör, yönetmen, prodüktör, dekor ve makyaj ustası, özel efektlerin k'şifi, sihirbaz Georges Méliès 8 Aralık 1861′de Boulevard Saint Martin’de, Paris’te doğdu. Babası ayakkabı fabrikaları sahibi çok zengin bir sanayiciydi. Başta kendisi için öngörülenin dışında bir yaşam çizgisini izlemiş olması belki aileye çok geç katılan bir çocuk olmasıyla açıklanabilir. O doğduğunda babası 46 yaşındaydı, en büyük ağabeyi Henri, Georges’dan 20 yaş, küçük ağabeyi Gaston, 9 yaş büyüktüler. 7 yaşında yatılı olarak gittiği Vanves’daki lise Prusyalılar tarafından 1870′deki kısa savaşta bombalanınca Georges da diğer öğrenciler gibi Paris ’teki bir okula alınır. 9 yaşında Paris ’te devam ettiği korkunç Louis-le-Grand Lisesi bir kışladan farksızdır ve doğal olarak dersler hiç ilgisini çekmez. O resimle ilgilenir ve çok küçük yaşında kendi deyimiyle “resim şeytanı” için çalışmaya başlar. Liseyi güç bela bitiren Méliès, Güzel Sanatlar Okuluna devam etmek ister. Babası bu fikri kabul etmez fakat bir resim öğretmeninden ders almasına razı olur. Böylece Méliès sembolist Gustave Moreau’dan ders almaya başlar. Gustave Moreau’nun atölyesinde genç bir kızla tanışıp evlenmek istemesi ve yine ailesinin reddi üzerine bu evlilik işini unutması için babasının bir arkadaşının yanında çalışmak üzere Londra’ya gönderilir.

 

Méliès’in aşk acısını hafifletmek umuduyla ve İngilizce öğrenmek için gittiği 1884′ün Londra’sı, güçlü bir endüstrinin nabzının attığı ve gezegenin üzerinde durmadan genişleyen bir imparatorluğun başkenti, modern dünyanın merkezidir. Aynı Londra bir kelime bile İngilizce konuşmayan genç bir Fransız için ise yalnızlığın merkezidir. Çalıştığı ayakkabı dükk'nından sıkıldığında, Méliès arada bir dışarı çıkmaktadır. İşte o günlerde yalnızlığından kurtularak biraz eğlenmek amacıyla "Mısır Salonu"'na uğramaya başlar. Mısır Salonu, David Devan isimli dönemin ünlü İngiliz sihirbazının o zamanlar çok moda olan sihirbazlık gösterilerini sunduğu bir tiyatrodur. Burası havada yüzen bir kadından tutun da dans ederken kafası gövdesinden ayrılarak seyircilerin üstüne giden bir iskelete, mekanik yılanlara, otomat papağanlara kadar ne ararsanız bulabileceğiniz bir yerdir. İşte Londra’da böyle bir tiyatroda Méliès'€™in sahne ve sihirbazlık tutkusu başlar.

 

Méliès bir yıl sonra Londra’dan Paris ’e döner, güzel sanatlarda okumak fikrinden vazgeçmemiştir. Fakat babası daha önce de olduğu gibi güzel sanatlar okulunda okur ve sanatçı olursa ileride aç kalacağı fikrinde ısrar ederek onu çok gitmek istediği bu okula göndermez. (Méliès’in ömrünün sonunda çektiği fakirlik ve sefalet göz önüne alınırsa babasının ileri görüşlü bir adam olduğu söylenebilir!) Böylece ağabeylerinin de çalışmakta olduğu ayakkabı fabrikasında çalışmaya başlar. Onu satıştan çok makineler ilgilendirdiğinden, makineleri gözlemlemekle görevlendirilir. Bu iş ileride kendi kamerasını yapması için ona yardımcı olacaktır. Fabrikadaki çalışırken, sanatçı kimliği onu, o sanatçı kimliğini terk edemediğinden, Londra’da görüp öğrendiği sihirbazlık gösterilerini önceleri aile, eş-dost arasında sonradan da Galeri Vivienne’de ufak bir kukla tiyatrosunda halka sergilemeye başlar. Bu gösterilerin yanı sıra kuzeni tarafından çıkartılan La Griffe isimli satirik bir gazetede Geo Smile takma adıyla çizimler de yapmaktadır. Kısa bir süre sonra Hollandalı genç bir bayanla evlenir ve ondan iki çocuğu olur: Georgette ve André. Sonradan hayatının bu dönemini şöyle ifade edecektir: “İşte büyük ayakkabı sanayicisinin oğlunun nasıl tiyatrocu ve sanatçı bir aile kurucusu olduğunun hik'yesi… Bütün bunlar kendi mesleğinden daha iyisini göremeyen babamın, Güzel Sanatlara girişimi engellemesi yüzünden oldu.”

 

Baba Méliès ticaret hayatından çekilmeye karar verip, malvarlığını üç oğlu arasında paylaştırır. Georges payına düşeni kardeşlerine satarak, eline geçen parayla Paris ’te 8 Boulevard des İtaliens adresindeki Robert Houdin tiyatrosunu satın alır. Artık bu tiyatronun müdürü ve gözde sihirbazıdır. Böylece sihirbazlık yaşamında hobi olmaktan çıkmış, mesleği olmuştur. Doğuştan mükemmeliyetçi olarak yeni numaralar icat eder, ilginç ve değişik gösteriler yapmaları için yeni sanatçıları sahneye davet eder. Çeşit çeşit hokkabazlıklar, el çabuklukları, hipnoz, katalepsi en sevdiği gösteri türleridir. Robert Houdin tiyatrosuna sadık bir izleyici topluluğu gösterileri çok beğenmekte ve sık sık gelmektedir. O zamanlar 200 kişilik bu salonda bir seans iki saat sürmekteydi. Gösteri genellikle o zamanki teknikle - ki bu molteni’nin lanterni tarafından aydınlatılan bir aletin içinden pelikülde sabitlenmiş imajların geçirilmesiyle - hareketlendirilen fotoğrafların projeksiyonuyla sona ermekteydi.

 

Ekim 1895′te Antoine Lumière isminde bir adam Robert Houdin tiyatrosunun bir kaç kat üzerinde bir fotoğraf stüdyosu kiralar. Lyon’dan Paris ’e oğulları tarafından icat edilmiş yeni bir aleti göstermek için gelmiştir. Bu optikle donatılmış, üçayak üzerine oturtulmuş kübik tahta kutu hareket eden her şeyi kayıt edebiliyor ve kaydettiklerini ekrana yansıtabiliyordu. Bu sonuca ulaşabilmeleri için buldukları yeni fikir bir aletin içine yerleştirilmiş delikli pelikülün düzenli şekilde takılmış olduğu dişliler sayesinde dönmesiyle elde ediliyordu. Sinematograf adı verilen bu aletle ilk film çekilmişti: “Lyon’daki fabrikadan çıkış”. 50 saniye süren bu filmde ilk defa kameraya doğru yürüyen insanlar görülebiliyordu. Lumièreler bu aletten iki tane yapmışlardı. Bir kaç aydan bu yana bu aletle yapılan gösteriler profesyonellere ve bu icatla ilgilenen firmalara izlettiriliyordu. Fotoğrafla ilgili çıkan yayınlar bu makinenin planlarını yayınlıyorlardı. Sonunda 28 Aralık 1895 günü paralı ilk halk gösterisi 14 Boulevard des Capucines’de Paris ’te Grand Café’nin altında yapıldı. Bu sinemanın resmî olarak doğum günüydü

 

 

Salon yüz kişilikti, biletler 1 franka satılmıştı. Yarım saat süren gösteride şaşkına dönmüş izleyicilere 10 kısa film gösterilir. Georges Méliès de izleyiciler arasındadır, bu gösteri için sonradan şunları söylemiştir: “Seans biter bitmez tiyatromdaki gösterilerde kullanmak üzere Bay Lumière’e makineyi bana satması için önerilerde bulundum. Benim için o zaman çok büyük bir rakam olan 10000 franka kadar para teklif ettim. Ama kabul etmediler.”

 

Bu olaydan sonra inatçı Méliès, Edison’un Kinetoscopelarından satın alır. Fabrikadan mekanik ustası Lucien Korsten’in de yardımıyla bu makineleri demonte ederler. Georges daha sonra Kodak’tan çok büyük miktarlarda film satın alır, bunları kendi kamerasının dişlilerine yerleştirmek üzere deler. Kendi ihtiyacı olan kamerasını kendisi yapmayı aklına koymuştur. “Méliès’in Lumière kardeşlerden görüp sahip olmak istediği bu oyuncak ona çok pahalıya mal olur. Satın alamadığı kamerayı kendisi yapmak için 100000 frank harcar. Zaten gösteri dünyasında olan biri için bu kadar parayı hareket eden fotoğraflara yatırmak bir zengin deliliği olmasa gerek” diye yazmış Georges Sadoul “Lumière ve Méliès” adlı kitabında. Böylece Méliès Mayıs 1896′da otuz dört yaşındayken Montreuil’deki bahçesinde ilk kısa filmlerini çekmeye başlar. Sinemanın ortaya çıkışından altı ay sonra bir sinemacı doğmuştur.

 

“Ben de doğal olarak herkes gibi sinemalaştırmak için en kolay konuları seçiyordum. Amacım film çekmekten çok kendi icat ettiğim makinenin iyi çalıştığından emin olabilmekti”. Aynı yıl açık havada “Açık havada kart oyunu” ilk olmak üzere Lumière kardeşlerin filmlerine benzer konulu filmler çeker, fakat sonradan hiç vakit kaybetmeden tarzını değiştirir. İsteği Robert Houdin tiyatrosunda yıllardır uyguladığı sihirbazlık gösterilerini sinemaya taşımaktır. Böylece sinemada özel efekt denilen teknik keşfedilecektir.

 

Méliès anılarında kamerasıyla Paris ’te, Operayı filme alırken tesadüf eseri durdurma denilen tekniği nasıl keşfettiğini anlatır. Her zamanki gibi denemek için çekim yaparken, takılıp ilerlemeyen film tekrar yerine takılıncaya kadar epey bir süre geçer. Sonradan çekilen filmi seyreden Méliès birdenbire adamların, kadınlara, yolcu otobüsünün, cenaze arabasına dönüştüğünü görür. İlerici ve deneyimli bir sihirbaz olan bu çiçeği burnunda sinemacı, sinematografın sahnede gerçekleştiremeyeceği büyülü gösterileri gerçekleştirebileceği bir araç olduğundan artık emindir. Nitekim 1896′da tiyatrosu Robert Houdin’de gerçekleştirdiği ilk filmlerinden biri “Escamotage d’une dame chez Robert Houdin” “Robert Houdin’de bir kadının el çabukluğuyla gözden kaybedilişi”dir. Filmde sahnede bir sandalyenin üzerine oturtulan bayan oyuncu Jehanne D’Alcy (İleride otuz yıl sonra Georges’un ikinci eşi olacaktır) üzerine örtülüp çekilen bir örtü sonrası kaybolur. Hatta bir süre sonra yerinde bir iskelet duruyordur, neyse ki filmde bir süre sonra Bayan D’alcy daha önce oturtulduğu sandalyenin üzerinde tekrar belirir. Aynı zamanda elle renklendirilmiş de olan bu filmin yapım tarihi 1896′dir.

 

Sihirbazlıktan sonra sinemaya tutkuyla bağlanan Méliès durup dinlenmeden film çekmek istiyordu. Fakat dışarıda çekim yapmak her zaman mümkün olmuyordu. Bu nedenle 1896 yılının sonunda Eylül ayında dünyanın ilk sinema stüdyosunu da kurdurdu. Kendisine ait Montreuil’deki evinin bahçesinde fotoğraf atölyelerinden, babasının ayakkabı fabrikasından ve çok sevdiği Robert Houdin tiyatrosundan esinlenerek inşa ettirdiği bu stüdyo tamamen camla kaplıydı.

 

Méliès zaman kaybetmeden kendi markasını da yaratır: “Star Film”. Ve siyah bir yıldızla damgalı kısa filmlerini panayır göstericilerine satmaya başlar. O zamanlar sinema bir panayır eğlencesine dönüşmüştü ve Méliès panayırlardaki izleyici kitlesini düşünerek filmlerinin hik'yelerini hayal ediyordu. Bu yüzden kendini hep ilginç, eksantrik, değişik görüntüler bulmak zorunda hisseden bu büyük adam zamanla “gözden yitirme, maket kullanma, üst üste bindirme, karartma, renklendirme, çoklu çevrim” gibi tüm film aldatmaca tekniklerini keşfetti ve filmlerinde kullandı.

 

Méliès’in ekranında neler yoktu ki: Gözünün birine mermi şeklinde uzay aracı giren bir ay, dans eden mutlu iskeletler, kazandan fırlayan şeytanlar, peçelerinin altında kaybolan güzel dansöz kızlar, bir sandıktan çıkıp sonra yine çıktıkları sandığa dönen bütün bir odanın mobilyaları, “kauçuk kafadan adamın” şişirilen kafasının bir balon gibi patlayışı, kendi kafasını müzik notaları olarak kullanan bir müzik tutkunu, kalabalık orkestrasında aynı anda tüm müzik aletlerini kendisi çalan bir müzisyen… Méliès kendi filmlerinin yanı sıra sipariş üzerine rekl'm filmleri de çekiyordu. Ekranda dağınık görünen harflerin birdenbire hareketlenip düzenli bir şekilde yerlerini bulup “Chocolat Menier”, “Phosphatine Falieres” yazdıkları olurdu. Filmlerini çekmeden önce hiçbir zaman yazı yazmazdı fakat önceden dekorlarını ve özel efektlerin detaylarını çizim olarak hazırlardı.

 

Derken 1902 yılı ve “Aya Seyahat” filmi gelir. Georges Sadoul “Lumières ve Méliès” adlı kitabında söyle yazmış “Eğer bir gün sinemanın 100. yılın kutlayacaksak bu sinematografın bulunduğu 1895 yılı değil, sinema sanatının “Aya Seyahat” filmiyle ortaya çıkış yılı olan Temmuz 1902 olmalıdır”. İşte bu filmin ve o yılın önemini en iyi anlatan sözler. Gerçekten de bir grup bilim adamının bindikleri mermiye benzeyen uzay aracının fırlatılarak aya gönderildiği sahne sanki dünyadan aya değil de, fotografik tiyatrodan, gerçek sinemaya doğru bir yolculuktur. Konusunu Jules Verne ve H.G Wells’in kitaplarından alan film için Méliès’in çizdiği 30 tane tablodan günümüze yirmisi kalmıştır.

 

Bu büyük sinemacı, sanatının kendi yarattığı fantastik dünyaya gömülü, dünya gerçekleriyle ilgisiz olmasıyla suçlanmış ve sadece 16 yaşından küçükler için sinema yapmakla haksız yere eleştirilmiştir. Georges Sadoul bu konuda biyografisinde söyle yazmış: “Yaptığı filmlerin çoğunun fantastik filmler olduğu doğru olmakla birlikte kendisi güncel yaşamla ilgili, realist, siyasî filmler de yapmış bir sinemacıdır. “La Civilization A Travers Les Ages” “Çağlar Boyunca Medeniyet” filmi çağlar boyunca bir türlü uygarlaşamayan insan toplumundaki hoşgörüsüzlüğe ve şiddete karşı yapılmış çok duyarlı bir filmdir. Bu film hiç kuşkusuz değişik zamanları aynı büyük insancıl fikirle bir araya getiren ilk senaryodur. “La Civilization” filminin yanı sıra “İki saat içinde Paris-MonteCarlo” zamanında yapılmış en güzel yol filmidir.”Dreyfus Davası” “Eduard VII’in krallık tacını giyişi” ” Martinik’teki volkan patlaması” filmleri de çağının olaylarına tanıklık etmiş filmlerdir.

 

Şurası bir gerçektir ki Méliès’in tüm zenginliğini yitirerek ömrünün sonunda mali problemler yaşaması, sinemayı bırakamaması, film çekme tutkusu yüzünden olmuştur. Méliès farkında olmasa da 1910lara doğru onun yaptığı, daha çok zanaatçı filmlerinin modası geçmeye başlamıştı. Halk artık drama, güldürü gibi sinemada yeni ortaya çıkan çeşitli tarz filmlerinden de hoşlanır ve sinemadan daha profesyonel işler bekler olmuştu. Fakat hücrelerinde sinema yapma virüsü olan Méliès, bu hastalığına daha fazla karşı koyamaz ve 1912′de Pathe’den “Kuzey Kutbunun Keşfi” gibi çok büyük bütçeli bir filmin yapımı için evini, tiyatrosunu, stüdyosunu ipotekleyerek para alır. Filmin beklediği ilgiyi görmemesi üzerine tüm varlığını kaybeder. Hatta koyacağı yer olmadığı için 16 yıllık sinema yaşamında çektiği 520 filminin tümünü bir akşam evinin bahçesinde yakar. Bugün halen seyredilebilir olan yaklaşık 200 film zamanında dünyanın dört bir tarafına dağılmış kopyalarından günümüze ulaşabilenlerdir.

 

Ömrünün sonunu Montparnasse’da bir dükk'nda oyuncak satarak geçiren, zamanında yaptıkları küçümsenen ve bir sanatçı olarak hak ettiği saygıyı tam olarak göremeyen Méliès’in değeri neyse ki ölümünden önce anlaşılabilmiş ve 1929′da Paris ’te Pleyel Salonunda büyük sanatçı kişiliği ödüllendirilmiştir.

 

Bu yazıyı Méliès’in kendi sözleriyle bitirelim: “Sanatçı ruhlu biri olarak doğdum, ellerim çok becerikliydi, yetenekliydim, yaratıcı ve yaradılıştan komedyendim, hem entelektüel hem de el işçisiydim. Öyle bir işçiydim ki, tüm yaşamımı ve tüm gücümü hayal ettiklerimi imk'nsız da olsalar seyredilebilir kılmaya adadım.”

 

Kaynaklar:

Malthete Melies
“Méliès, l’enchanteur” Ramsay, 1995
“Centenaire de Georges Méliès, créateur de l’art cinématographique”1961 Paris
George Sadoul
“Lumière et Méliès”, Pierre Lherminier, Paris, 1985
Malthete, Jacques
“Méliès, images et illusions” Exporegie, 1996 Paris
Aysun Akarsu

Şu an için oy verilmemiş