Francois Ozon Sekiz Kadin Filmi

8 KADIN FILMI

François Ozon Sekiz KADIN (8 femmes) FILMI

8 KADIN (8 femmes)

Fransa'da, Sitcom, Kizgin Damlara Dusen Su Damlalari filmleriyle cikis yapan fakat asil ununu "Kumun Altinda" filmiyle yakalayan genc fransiz yonetmen Francois Ozon'un filmi "8 Kadin", simdi Turkiye'de gosterimde . Ozon, Danielle Darieux ,Catherine Deneuve , Emmanuelle Beart, Fanny Ardant,Isabelle Huppert gibi Fransa'nin artik efsanelesmis kadin oyuncularini biraraya getirdigi filmiyle daha film piyasaya cikmadan tekrari zor bir basari yakalamisti. Bes yila, bes uzun film sigdiran caliskan yonetmenin bu son filmi 8 Kadin, gise hasilat ve populerlik konusunda tum iyi notlari toplarken, icerik, derinlik gibi konulardaki zayifligiyla sinifta kalan , eglenceli ama yuzeysel bir film.

Francois Ozon, "Kumun Altinda" filminde gencligini artik geride birakmis bir kadin ic dunyasina getirdigi duyarli anlatimla basroldeki 50sini devirmis Charlotte Rampling'i tum kadinligiyla korkusuzca ekrana tasimisti. Charlotte Rampling'in bitmis gibi gorunen sinema kariyerinin canlanmasina neredeyse yeni bir baslangic yapmasina sebep olan Ozon'un bu beklenmedik basarisi , Onu birdenbire kadin oyuncularin birlikte calismak icin can attiklari bir kadin yonetmeni haline getiriverdi. Ozon'u sadece kadinlardan olusan bir kadroyla film yapmaya iten nedenleri, son zamanlarda kadin oyunculardan kendisine yonelen bu yogun ilgide aramak gerekir. Bol kadin oyunculu bir film cekmek icin kollarini sivayan Ozon ilk once "The Women" isminde 1939 yapimi bir amerikan filmini yeniden cevirmek istemis fakat filmin haklarinin Meg Ryan ve Julia Roberts tarafindan satin alinmis oldugunu ogrenerek bu isten vazgecmis. "The Women", icinde Joan Crawford, Rosalind Russell gibi doneminin en unlu kadin oyuncularinin oynadigi icindeki atlardan tutun da kopeklere kadar her canlinin disi oldugu , erkek bir sinege bile rastlayamayacaginiz sinema tarihindeki en ayricalikli filmlerden. The Women, kadinlari epey asagilamasina ragmen esprilerin, zekice yazilmis diyaloglarin havada ucustugu bol yildizli oyuncu kadrosuyla da her karesi bir oyunculuk gosterisine donusen klasik bir amerikan filmi. Bu filmin yonetmeni efsanevi isim George Cukor'un da yonettigi filmlerde kadin oyunculara daha cok ozen gostermesiyle, kadin yonetmeni olarak taninmis olmasi da Francois Ozon'la diger onemli ortak yonlerinden. Bunu bildikten sonra Francois Ozon'un aklina ilk once George Cukor'un bir filminin gelmesinin bir tesaduften ibaret olmadigi ortaya cikiyor. Senaryolari ayni olmasa da 8 kadin ve The Women filminin de pek cok benzerlikleri var. Bu benzerliklerden biri jenerikleri. Sasirtici ama the Women filminin jeneriginde her kadin oyuncu bir hayvanla tanimlaniyor ,8 kadin kabalik konusunda bu kadar ileri gidememis olmali ki filmin jeneriginde her bir kadin oyuncu ismiyle birlikte kendisini tanimlayan bir cicekle ekrana geliyor.

Istedigi senaryoyu satin alamayinca benzer baska bir senaryo arayan Ozon, sonunda Robert Thomas'in 8 kadin isminde 1960larda yazilmis bir tiyatro oyununu bulmus. Robert Thomas, 1970'lerde bulvar tiyatrolarinda sukse yapmis, hatta filme cekmemesine ragmen bir senaryosunu Hitchcock'un satin almasiyla zengin olmus bir yazar. Yonetmen, aslinda oyundan sadece durumu ve polisiye entrikayi almis karakterlere biraz daha derinlik katmaya calisarak ve mizah ekleyerek oyunu modernize etmis.

1960larda yazilmis polisiye bir tiyatro oyununun sinema uyarlamasinin Agatha Christie ya da Hitchcock'tan etkiler tasimamasi garip olurdu. Bu filmde sinema tarihindeki bir cok isimle birlikte bu iki buyuk isimle de karsilasiyoruz. Islenen bir cinayet ve ardindan katilin evdeki 8 kadindan biri olmasi bize Agatha Christie'nin 10 kucuk zenci ya da Dogu Ekspresi kitaplarini hatirlatiyor. Cinayet sonrasi evde baslayan sorgulama ve filmin buyuk bir bolumunun salonda gecmesi Hitchcock'un Ip filmini akla getirirken yine salondaki "Soupcons" (Supheler) filmindekine benzer gorkemli merdivenlerden Hitchcock'un daha once tirmanmis oldugunu gorebiliyoruz.

 

 

"8 Kadin" sinema tarihindeki pekcok isimden etkilenen , pekcok isme de saygi durusunda bulunan bir film. Sinemayi tutku derecesinde gercekten cok seven bir yonetmenin elinden ciktigini hissediyoruz. Filmde karsilastigimiz isimler Hitchcock yada George Cukor'dan ibaret degil bu isimlerin yanisira agirlikli olarak bir cok amerikan filmine , Douglas Sirk etkilerinden Vincent Minelli renklerine fransiz sinemasindan da Alain Resnais, Truffaut, Romy Schneider isimlerine rastliyoruz. Deneuve'un duvardaki portesi neredeyse Preminger'in Laura'sina , Fanny Ardant'in eldivenlerini cikararak yaptigi dansi Gilda'ya ya da 'Emmanuelle Béart'in cizmeleri bize Bunuel'in "Bir oda hizmetcisinin guncesi" filmine goturuyor. Yere dusen bir fotografta Romy Shcneider'i gorurken , Deneuve'un Ledoyen'e soyledigi " seni yanimda gormek hem mutluluk hem de bir acidir" cumlesinin, Deneuve'un Truffaut"unun iki filminde (Son metro, Missisipi Yaniyor) kullandigi bir replik oldugunu hatirliyoruz.

Son zamanlarda avrupa'da yeniden cok moda olan kitsch'e ve nostaljiye bu filmde de yer verilmis. Istenerek yaratilan 1950 dekoruyla film, kitsch yanini ortaya koyarken ve 1950lili yillardaki amerikan filmlerine bol bol gondermeler yaparak da nostaljik yanini ortaya cikariyor.Film, 1950 yilinda Fransa'daki tasra kasabalarindan birinde noel gecesi etrafi karlarla cevrilmis ulasima kapanmis bir evde geciyor. Hitchcock'un unlu McGuffin'i ; yani merak ederek filmi sonuna kadar izlememezi saglayacak sey de unutulmamistir , baba Marcel oldurulmustur, katil mutlaka ev halkindan biridir ama kimdir?

Cinayet ve ardindan sorusturmanin baslamasiyla polisiye oldugunu anladigimiz film birden en genc ve muthis yetenekli oyuncu Ludivine Sagnier'nin yé-yé'nin sukse sarkilarindan "Papa, t'es plus dans l'coup" yu soylemeye baslamasiyla olayin ciddiyetini azaltiyor ve bizlere filmin bir de muzikal boyutu oldugunu bildiriyor. Filmin muzikal yani icin de biraz Alain Resnais'nin "On connaît la Chanson" filminden etkilenildigini soyleyebiliriz. Filmin muzikleri 1960-1980 arasi varyete fransiz muziginden Francois Ozon'un sectigi sarkilardan olusuyor. Sarkilar her kadin oyuncunun filmde canlandirdigi karaktere ve oyunun gelisimine gore secilmis.Ornegin en genc oyuncu Ludivine Sagnier'in soyledigi sarki onun enerjisini yansitacak bir rock-boogie'yken Fanny Ardant'in soyledigi sarki "A quoi sert de vivre libre " (Tek basina yasamak ne ise yarar) isimli sarki bir blues olup Ardant'in oyunda temsil ettigi ozgur kadin karakterine uygun olarak ask ve ozgurluk, para ve erkekler konularini irdeliyor. Ama filmdeki en iyi sarki herhalde seyredeneler icin Danielle Darieux"unun finalde soyledigi Aragon'un siirinin Brassens'in muzigiyle birlestigi " Il n'y a pas d'amour heureux " (Mutlu Ask Yoktur) sarkisi olmali.

Filmde sinema tarihinden oldugu kadar Ozon'un gecmis filmografisinden izlere de rastlamak mumkun. Bu acidan filmin ayni Sitcom'da oldugu gibi fransizlarda gormeye aliskin olmadigimiz ingilizlere ozgu kara mizah ogeler icermesi bize yonetmeninden ipuclari veriyor. Filmde ayni sitcom'da oldugu gibi dur durak bilmeden burjuva bir ailede varsa da saklanacak bir suru sey abartili bir bicimde ortaya cikiyor; turlu turlu duzenbazliklar, sahtekarliklar, santajlar, homoseksuellik, cinayet, ensest hatta ve hatta sadomazosism'e (emmanuelle beart ve kadin patronlari)bile rastlayabiliyoruz. Izleyici olarak artik bir ailede daha ne olabilir ki dedigimiz bir anda yeni ve inanilmayacak kadar ucuk yeni bir olayla karsilasabiliyoruz. Filmin absurd komedi yaptigini sanarak tum yaraticiligini kullandigi bu abartma islemi, benim gereksiz buldugum hatta aksine hic komik olmadigini dusundugum noktalardan biri. Butun filmin sadece bir salonda gectigini dusunursek bunlara neden ihtiyaca duyuldugunu anlayabiliriz belki ama yine de filmin kalitesini biraz bu sekilde dusurdugune inaniyorum.

Sinema pek cok alanda oldugu gibi yogun erkek egemenligi altinda kalmis hala da erkek egemenliginde olan bir sanat. Bu yuzden, kadin, sinemanin baslangicindan bugune aslinda erkegin kadini gordugu gibi ya da olmasini istedigi gibi beyaz perdeye yansitilmis. Boylece simdiye kadar yaratilmis ve artik yerlesmis pek cok kadin klisesi ortaya cikmis. Iyi kadin evli , esine sadik, masum ve namuslu kadin, "femme fatale"; bastan cikarici ,sorumsuz,erkegi mahvedebilecek cekici kadin, huysuz kadin evlenememis evde kalmis, sinirli, gecimsiz kadin gibi , bu listeyi gittikce uzatabiliriz. Bu filmdeki kadin karakterlerin de bu yerlesik kliseleri yansittiklarini rahatlikla gorebiliyoruz."8 kadin , sadece isminden kadinlar anlatan , kadinlar uzerine oldugunu sandigimiz, bu anlamda basta iddiali bir film gibi gozukuyor. Oysa filmin sonunda bizlere ozgun , yaratici , uzerinde inceleme yapilmis, kliseden uzak kadin karakterler sunmadigini aksine kolay olan yaparak bu konuda edebiyat, tiyatro ve sinemann braktigi yuklu mirasi kullandigini uzulerek fark ediyoruz.

Basta da soyledigim gibi "8 kadin" gercekten eglenceli , bol yildizli oyuncu kadrosuyla da izlemesi zevkli, muzikal, komedi, polisiye gibi birkac turu biraraya getiren hos bir film fakat filmden ciktiktan sonra "Ozon bize ne dedi" diye dusundugumde verecek bir cevabim olmadign fark ediyorum. Siz de benim gibi "Sinemaya her zaman dusunmek, kafamizda beyin firtinalari estirmek icin gitmiyoruz bazen de orada iyi vakit gecirmek istiyoruz " diyorsaniz, bu kadar unlu ve yetenekli fransiz kadin oyuncuyu birarada gorebileceginiz bu frsati kacirmayin ve bu filmi mutlaka izleyin.

Aysun Akarsu, Aralik 2002

Şu an için oy verilmemiş